Türkiye’de 40’ından Sonra Girişimci Olmak
Girişimci yarışmaları, kuluçka merkezleri, hızlandırmalar vs. hep genç ve yetenekli arkadaşlar ile dolu. Çoğu ya üniversitede ya da mezun olalı birkaç sene olmuşlar. Bizim yaşlarda (ekibimizin yaş ortalaması 50 civarı) bir ekibe pek rastlamadım veya çok azlar. Bu yazıyı girişimcilik için mutlaka çok genç olmanız gerekmediğini anlayabilmeniz için yazıyorum. Mümkün olduğunca açık olmaya çalıştım. Umarım hala 40–50’li yaşlarında olan ve kendi işini kurmak için geç olduğunu işin işten geçmiş olduğunu düşünenler için faydalı olur.
“Silikon vadisinde yatırımcıya fikrini peçetenin üstüne yazınca bile 500 bin dolar yatırım ile başlıyormuşsun.” “İki üniversiteli arkadaş yaptıkları uygulama ile 100 milyon dolarlık yatırım aldılar….” Bunlar ile başladı her şey zamanında maaşlı çalışırken. Maaşlı olarak bir yerde çalışmanın güzelliklerinden birisi Cuma akşamı ofisten çıktığında Pazartesi günü dönene kadar şirket ile ilgilenmesen de şirket ayakta kalır. Nispeten rahat bir hafta sonu geçirirsin. Eğer girişimcilik gibi az bulunan bir virüse maruz kalmadıysan çalışmaya başladığın iş yerinden (önce kovulmazsan veya işyeri sen işini iyi yaptığın halde batmaz ise) emekli bile olabilirsin. Ama o virüsü kaptıysan bir daha iflah olman söz konusu değil.
2005’de Sabancı Telekom’dan ayrıldıktan sonra kendi işimi yapmaya başlamıştım. Bildiğim işi yapıyordum, yazılım ekibi oluşturmuş o sıra yeni başlayan iPhone furyasına uygun olarak mobil uygulamalar yazıyorduk. Güzel paralar kazandık. Sonra sektör bizi video tarafına yöneltti ve o işi de öğrendim. Ardından İsviçre’de o zamanlar adı çok duyulan Sevenice adında sıfırdan bir reklam ajansı kurup daha remote çalışma kelimesi kullanılmazken o sırada vize alamadığım için İstanbul’dan İsviçre’deki bir çekimi Skype üzerinden yönettiğim yıllardı. Güzel kazanıyorduk, Baden’de yol üstü çok şık bir ofise taşınmıştık hatta. Zurich televizyonu bizimle röportaj yapıyordu, işler iyi gidecek gibi gözüküyordu. Büyük bir medya grubu bizi bünyesine katmak için hazırlıklar yapıyordu.
Ama bizimle iş ortaklığına giren 103 yıllık bir medya grubunun tam da bizimle iş ortaklığına geçtiği yıl zarar edeceği tuttu: 9 milyon Frank! Büyük tekne batınca yanındaki bizim gibi küçük filikaları da kendi girdabında batırdı. İsviçre’deki ajansı oldukça yüksek bir zararla kapatmak zorunda kaldık. Tüm ekipmanlar, bilgisayarlar her şey gitti.
İsviçre’deki şirkette bir sürü iş yapıyorduk, hologram teknolojisi, interaktif video, video prodüksiyon, mobil yazılımlar vs. Sonra bu işlerden bir tanesini, interaktif video fikrini alıp Türkiye’de şansımızı denemeye başladık. Ama İsviçre’deki 6 yıllık geçmişimizi arkamızda bıraktığımız ve Türkiye’de oldukça yeni olduğumuz için birkaç başarılı proje haricinde bir yere gidemedi iş. O sıralar girişimcilik konusunda çok bilgim de yoktu. Daha doğrusu bilinmesi gereken her şeyi bildiğimizi düşünüyorduk. Sunum yapmasından, satış toplantısına, iş modeli yapmaya kadar her şeyi bizden daha iyi kim biliyor olabilirdi ki? Muhtemelen başarısızlıklarımızın tamamı kaderden kaynaklanıyor olmalıydı.
Bir yıl süren boşa çabalardan sonra bir tane bile interaktif video projesi satamadık. Bildiğiniz batmıştık, dipte geziyor durumdaydık. Şu andaki ortağım ile birbirimize 50 TL borç verip günü idare etmeye çalışıyorduk. Feci idi yani durumlar.
En sonunda 48 yaşıma bastığım yıl yani 2017’de ilk önce KWORKS’e başvurduk. Bize bir jüriye sunum için 15 dakikamız olduğunu söylediler. Bugüne kadar 60 dakikanın altında herhangi bir sunum yapmamıştık. Bu yüzden de onlardan bir tema var ise göndermelerini istedik ve gelen 25–30 sayfalık temaya uygun olarak sunumu yaptık. İsviçre’deki yazılım projelerinde bize outsource destek veren Giray, Türkiye’de interaktif video projelerini satmaya çalışan Kalde ve ben üçümüz beraber jürinin karşısına çıktık.
10 dakika sunum, 5 dakika soru cevap olacaktı, 10’uncu dakika bittiğinde biz henüz ürünü anlatmaya bile gelememiştik. Jüriden birisi çok anlamlı bir soru sordu: “Siz ne satıyorsunuz, ürün nedir?” Neyse biz sunumu neredeyse tamamlayamadan oradan ayrıldık ve tabii ki seçilmedik. Bu deneyimin bize öğrettiği şu oldu; sunum hazırlamaktan bir haberimiz yokmuş.
Ardından sunumu biraz daha insani bir hale getirip İTÜ Çekirdek’e başvurduk. Belki de son 3 yılda yaptığımız en doğru hareketlerden birisi oldu bu yaptığımız. Ama ilk başvurduğumuzda (bunu daha sonra kendilerinin de yüzüne açık olarak söylediğim için rahatlıkta söyleyebiliyorum) “bu adamlar bizim bilmediğimiz neyi bilebilirler ki” şeklindeydi görüşümüz. Açıkcası o sıralar paramız da olmadığından en azından kahveye ofise para vermeyiz diye de başvurmuştuk. O derece burnumuz havadaydı yani. Yukarıda da belirttiğim gibi bir iş veya girişim kurmak ile ilgili bilinebilecek her şeyi bildiğimizi düşünüyorduk.
İlk şokumuz şu oldu; birkaç mentörü hariç tutarsak herkes bizden gençti. Yani programın yöneticileri, diğer girişimler, mentörler bizden küçüktü hepsi. Eğitimler başladığında ise ikinci şoku yaşadık.
Pivot diye bir kelime öğrendik. Bunun üstünde durmak istiyorum. Basketbol’daki pivota benzediği için bu isim verilmiş ama kısa açıklaması hedefe doğru giderken seni hedefinden saptırmayacak şekilde farklı manevralar veya iş modellerine uyum sağlayabilmen, değişebilmen manasına geliyor kısaca.
Bugüne kadar herhangi bir iş kurduğumuzda hedefe ulaşmak için en baştaki sözüm ona iş planına sadık kalarak kıra döke de olsa o hedefe ulaşmaya çalışır farklı bir şey düşünmezdik. En başta düşündüğümüz şeyden pek fedakarlık yapmazdık. İş ne ise oydu, sorun ile karşılaşır hallederdik ama yaptığımız şey ne ise aynı şekilde burnumuzun dikine hareket ederdik.
Ama “startup” denilen şeyin bizim bugüne kadar yaptığımız “işletme kurmaktan” oldukça farklı bir mantığa sahip olduğunu öğrenmemiz yaşadığımız en büyük değişim olmuştu.
Üniversite’den yeni mezun olmuş 20’li yaşlarda birisinin henüz bir şirket batırmamışken bu eğitimlerden aldığı hissiyat ile, bizim gibi 40’lı yaşlarını devirmiş ve birkaç tane şirket batırmış birisinin o şirketlerin zamanında neden battığını 40 dakikalık bir sunum sonunda dışarıda kahve içerken farkına varması aynı şey değil kabul edersiniz ki. Sürekli bir “vay be…” ve “aha” durumundaydık. Her hafta birkaç akşam verilen eğitimlerden bu hissiyat ile çıkıyorduk sürekli. Ve hemen hemen 2–3 haftada bir pivot etmeye başladık. İş modelimiz en başta (bunu bugün söyleyebiliyorum) o kadar kötüydü ki, zamanında o kadar çok pivot etmeseydik bu yazıyı yazamazdım zaten.
Sürekli elemeler oluyordu, en sonunda elene elene yaklaşık 10 bin kusur firmadan Big Bang adı verilen büyük yarışma finaline kadar geldik. 20 firma kalmıştı. Bu aşamada aramıza gençliğimden de tanıdığım Cengiz, ilk yatırımcımız olarak katıldı. Cengiz nerede ise yazının başında anlattığım gibi kağıt üzerinde fikirken bize yatırım yapmaya karar verdi. En son olarak ise Big Bang’de finalist 20’ye kaldık. Sahneden İTÜ Arıteknokent’in ortaklığını da alarak yaklaşık 450 bin TL’lik bir yatırım ve hibe alarak inmiştik.
İlk değişen şey bilgisayarlarımız oldu, ekibe 2 kişi daha katıldı, ardından pivot frekansları 2 aya çıksada sürekli değişmeye devam ederek tüm yazılımı sıfırdan baştan oluşturduk. Ardından Innogate programına dahil olup San Francisco ve New York’a gittik.
Artık amacımız eksiklerini saptadığımız online video eğitimini, 15 yıldır değişmeyen eğitim tasarım modelini değiştirmek, dünyaya yeni bir şey katmak ve insanların hayatını daha da kolaylaştırmaktı. Bunu henüz başaramasakta bu yolda ilerlediğimizi ve eğitim sektöründe bir değişimi başlatma yolunda olduğumuzu söyleyebilirim. En son olarak da İş Bankası’nın hızlandırma programı Workup’a seçildik ve mezun olduk. Şu anda yöneticisi olduğum GmPly, Türkiye’de interaktif video platformu konusunda en çok müşteriye ve kullanıcı sayısına sahip en çok tercih edilen eğitim platformu. Artık iş fikri sunumumuzun 3 dakikalık kısa ve 5 dakikalık uzun versiyonları var. İşler oldukça iyi gidiyor ve bu sene yani 2020’de artık bir sıçrama hedefliyoruz, 2021’de de derken……
Sonra Pandemi geldi!
Buraya kadar anlattıklarım Türkiye’de 40 yaşından sonra girişimci olmaya niyetlenmiş birisinin çok kısa hikayesi. Ama Türkiye’de genel olarak hangi yaşta olursanız olun girişimci olabilmek başlıbaşına zor bir durum. Öncelikle devlet startup’ları tam olarak anlamıyor diye düşünüyorum. Mahalledeki bakkal ile şirket kuruluşundaki statüm aynı. Vergiler açısından statüm aynı. Tübitak vs. demeyin her girişimin yapılanması oradaki imkanlardan faydalanabilmek için uygun olmayabiliyor. Tüm kuluçka merkezleri, hızlandırıcılar, seminerler size hep yurt dışına açılın diyor ama yurt dışı şirket kurduğunuzda Türkiye’deki bazı imkanlardan faydalanamıyorsunuz. Türkiye’de şirket kurarsanız da Amerika’ya gittiğinizde orada tekrar şirket kurmanız gerekiyor. Dahası bu yurt dışı şirket kurulumları konusunda buradaki mentörlerin çok azının bilgisi var. Kendi kendinize keşfediyorsunuz bir sürü şeyi. Bu ise bir çok hata yapmanıza neden oluyor.
Reklamlarına baktığınızda bütün bankalar startup dostu ama şirketi kurduğunuzda henüz banka hesabınıza giren bir rakam olmadığından zor duruma düşünce kredi vermiyorlar. Kısaca dostlar ama uzaktan seviyorlar genelde. Hatta banka hesabı açmayan bankaya bile rastladım öyle diyeyim. Ama bir Türk vatandaşı olarak Zurich Kantonal Bank’ın açtığı bir girişimcilik yarışmasından 1 yıl geri ödemesiz sadece PowerPoint sunumu ile iş fikrini beğenerek 30 bin Frank kredi almışlığımız var İsviçre’de. Türkiye’de firma fatura kestiği halde faturayı temlik gösterdiğiniz halde kredi vermeyen banka görmüşlüğümüz de var.

Kurumsal tarafta ise yine hepsi startup dostu. Ama çoğu ücretsiz PoC yaparsanız sizi seviyorlar. Çok az kurumsal bir startup’a güvenip onun projesini para ödeyerek denemeye cesaret ediyor. Biz şansımıza birkaç tane cesur kurumsal ile başlayabildik. Başlayamayan arkadaşlarımız var.
Pandemi başlayınca çoğu kurumsalın, bankanın, hızlandırmanın webinar vermekten daha öte startuplara yönelik bir girişimde bulunduğunu gözlemleyemedim. Zira pandemi başlayınca pek çok startup’ın işleri durma noktasına geldi. Uzaktan krizleri fırsata dönüştürün, pivot edin demek her ay maaşlar hesaplara yatarken gerçekten çok kolay inanın. Siz de diyebilirsiniz deneyin. Evet girişimler doğaları gereği küçük ve hızlı yapılar. Aynı pandemiye yol açan Covid-19 gibi girişimler de mutasyon geçiriyorlar. Ama Türkiye’de girişimci olmanın en zor yanı gerçekten tek başınıza olmanız. Bazı melek yatırımcıları, VC’leri ayrı tutarak söylemek istiyorum ki işleriniz yolunda giderken yanınızda gibi gözükenler işler biraz zorlaştığında sadece tavsiye sunar hale geliyorlar. Halbuki bir startup’ın böyle zor durumlarda en çok ihtiyaç duyduğu şey para yakmak oluyor. Yeni bir versiyon çıkarmak için, pivot etmek için, ekibi bir arada tutmak, yeni pazarlama metodları denemek, herkesin evde olduğu bir zaman diliminde hayatta kalabilmek için para yakmaya ihtiyaçları var.
Genel olarak hızlandırıcıların, kuluçka merkezlerinin pandemi ile boşa çıkan değer önerileri şunlar; ücretsiz ofis, hızlı internet, kahve-çay, mentörlük görüşmeleri. Artık havalı ofisler, hızlı internet, kahve-çay çok önemli değil çünkü zaten kullanılamıyor. Bir süre daha da böyle devam edecek. Yeni bir virüs veya pandeminin ikinci dalgası olması durumunda yine kesintiye uğrayabilirler. Her şey online olmuş durumda zira. Görüşmeler online, eğitimler online. Artık o plazalardaki havalı her girişime ayrı masa ayrılmış olmasının bir önemi kalmıyor. Haftalık toplantılar, partiler artık yok. Artık bir daha ne zaman 30 kişi ile bir ofisde maskesiz bir araya geliriz, aynı pizza’dan bir dilim almaya cesaret ederiz bilmiyorum. Kısaca artık bu kurumların bu yeni normale uygun bir değer önerisi sunmaları gerekiyor, webinar yapabilmekten farklı olarak.
Kendi adımıza biz mutasyon geçirdik, pivot ettik, evde kaldığımız bu süreyi değişmek ve “yeni normal” ‘e uyum sağlayabilmek için kullandık. Ama bildiğim, yakından takip ettiğimiz, durumu çok zor, arkadaşlarımız var. Kendimizi kurtardığımızda bu arkadaşlarımıza da yardım eli uzatacağız ama asıl yardım etmesi gerekenlerin ne yapacaklarını yaşayıp göreceğiz. Pandemi sonrası artık girişimlere yapılacak yatırımlarda, jürilerin seçmelerinde olası benzer bir pandemi durumunda ayakta kalıp kalamayacakları sorgulanacak, iş modelleri buna göre kurulacak. Ama bence girişimler de, artık kuluçka merkezlerini, hızlandırıcılarını seçerken benzer bir durumda nasıl bir planları olduğunu sorgulayacaklar. Çünkü ekosistemi kuluçka merkezleri, VC’ler, melek yatırımcılar oluşturmuyor. Bu ekosistemi oluşturan gecesini, gündüzünü hayaline harcayan, dünyayı değiştirmeye çalışan girişimciler. Pandemi sonrası odağına sözde değil, gerçekten girişimciyi koyan kurumlar daha çok tercih edilecek diye düşünüyorum.
Not:Bu yazı misafir yazar Gökçen Karan (GmPly kurucu ortağı) tarafından kaleme alınmış olup, 21 Nisan 2020'de Gazete Pencere’nin Girişim Penceresi sütununda çıkan yazının uzun versiyonudur.